Vergilendirme Yetkisinin Temel Hak ve Özgürlüklerle İlişkisi

Bu yazı 1998 senesinde yazılmıştır; güncel değildir.

  1. Giriş

Bu çalışma vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlüklerle ilişkisini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışma iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda vergilendirme yetkisinin hukuki niteliği ve tarihsel gelişimi verilmiş, ardından Anayasadaki sosyal devlet ve hukuk devleti ilkeleriyle ilişkisi incelenmiştir. İkinci kısımda ise Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerden vergilendirme yetkisine karşı duyarlı olanlar değerlendirilmiştir.

  1. Vergilendirme Yetkisi

2.1 Hukuki Nitelik

Temel hak ve özgürlüklerle ilişkisi yönünden inceleyeceğimiz vergilendirme yetkisinin hukuki niteliği farklı dönemlerde değişik şekillerde anlaşılmıştır. Jandarma devlet anlayışı vergilendirme yetkisini, egemenlik gibi, mutlak ve sınırsız bir hak olarak ele alırken, liberal devlet vergilendirme yetkisini “karşılıklılık” ile açıklamaya çalışmıştır. 19. yüzyılın kollektivist devleti ise vergilendirme yetkisini “fedakarlık” ve “vatandaşlık ödevi” ile izah etmiştir. Çağdaş anlayışta ise vergilendirme yetkisi “devlet egemenliğine” dayandırılmaktadır. Bu yetki devletin mali alanda egemenliği içinde yer alan en önemli yetkilerinden biridir. Devlet kamu hizmetlerini gerçekleştirebilmek için ihtiyaç duyduğu mali kaynakları vergilendirme yetkisini kullanarak karşılar.

2.2 Tarihsel Gelişim[1]

Vergilendirme yetkisinin bir kamu hukuku yetkisi olarak ortaya çıkışı ve siyasal iktidarın vergilendirme yetkisinin sınırlandırılması İngiltere’de 17. yüzyılda; kıta Avrupa’sında ise 18. ve 19. yüzyıllarda gerçekleşmiştir.

Ortaçağda derebeylerinin gelir kaynaklarının temelini mülk gelirleri oluşturduğu için bu dönem için genel bir vergilendirme yetkisinden söz edilmesi güçtür. 15. yüzyılın sonlarından itibaren krallıkların güçlenmeleriyle birlikte ulusal birliklerin sağlanması yolunda yapılan uzun süreli savaşlar düzenli orduların kurulmasını gerektirmiştir. Bu orduların ihtiyaçlarının karşılanabilmesi ise sürekli ve düzenli vergilerin konulması ile mümkün olmuştur.

Batı devlerinde vergilendirme yetkisinin sınırlandırılması demokrasinin gelişimiyle paralellik arz eder. İlk demokrasi mücadelesi keyfi vergilendirmeye karşı verilmiştir[2]. Vergilendirme yetkisine ilişkin olarak İngiltere’de bu yetkinin sınırlandırılması amaçlandığı halde, Amerika’da, İngiltere’ye karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesinin başlangıcını söz konusu yetkinin yerli otorite tarafından kazanılması hedefi oluşturmuştur[3]. Fransa’da, 1789 Fransız Devrimi öncesinde krallar vergilendirme yetkilerini sınırsız olarak kullanıyorlardı. Soylular ve din adamları dışında kalan halk ağır bir vergi yükü altındaydı. Fransız Devrimi sonrasında ilan edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nde vergilendirmeyle ilgili iki maddeye yer verildi: 13. madde “vergide genellik ve eşitlik”, 14. madde ise “vergilerin belirliliği ve kanuniliği” ilkelerini içeriyordu. Bu ilkeler izleyen tüm Fransız anayasalarında da yer almıştır.

2.2.2 Vergilendirme Yetkisinin Türkiye’deki Gelişimi

Osmanlı Devleti’nin teokratik ve monarşik bir yapısı vardı ve devlete hakim olan İslam hukuku vergilendirme konusunda da kurallar içeriyordu. Bu kurallara göre halktan şer’i vergiler[4] alınıyordu. Şer’i vergiler yükümlünün ödeme gücünü dikkate alan vergilerdi. Ayrıca, padişahın mutlak egemenliğine dayanarak koyduğu örfi vergiler de vardı. Örfi vergiler bölgesel farklılıklar gözetilerek konuluyordu.

Osmanlı Devleti’nin merkezi otoritesinde zaman içinde meydana gelen zayıflama vergilendirme yetkisinde de etkisini göstermiştir[5]. 16. yüzyıldan itibaren Avrupa devletlerine tanınan Kapitülâsyonlar devletin vergi gelirlerinin azalmasına yol açmış, meydana gelen açıkların kapatılması için 19. yüzyıldan itibaren – iç ve dış – borçlanma yoluna gidilmiştir. Alınan borçlara karşılık çoğu kez devletin vergi gelirleri gösterilmiştir. Osmanlı hazinesinin borçlarını ödeyemez duruma düşmesi sonucu 1882 yılında Düyun-u Umumiye İdaresi’nin kurulması ile Osmanlı Devleti mali egemenliğini tümüyle yitirmiştir.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıyla beraber Türkiye, 1923’de Lozan Barış Antlaşması ile Kapitülâsyonları ve Düyun-u Umumiye İdaresi’ni kaldırmış; kurduğu yeni anayasal düzeniyle vergilendirme yetkisini yeniden şekillendirmiştir.

2.3 Vergilendirme Yetkisinin Anayasal İlkeler ile İlişkisi[6]

2.3.1 Hukuk Devleti Kavramı ve Vergilendirme Yetkisi

1982 Anayasasının 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti “sosyal bir hukuk devletidir”. Hukuk devleti, hukukun egemen olduğu ve vatandaşların hukuki güvenliğe sahip bulunduğu devlet olarak tanımlanmaktadır[7]. Hukuk devleti, vergilendirme yetkisinin yasama ya da yürütme organları tarafından keyfi olarak kullanılmasını önlemeye çalışır. Bu ilke vergilendirme alanında pek çok alt ilkecik şeklinde karşımıza çıkar. Örneğin, Anayasanın 73/3. maddesi “vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir, kaldırılır” hükmüyle “vergide yasallık” ilkesini getirmiştir.

Hukuk devleti kavramının “kanun önünde eşitlik ilkesi” (Anayasanın 10. maddesi), vergilendirme alanında “genellik ve eşitlik ilkeleri” olarak karşımıza çıkar. Genellik ilkesi toplumun bütün bireylerinin mali güçleri oranında vergi yükümlüsü olmasını gerektirir. Eşitlik ilkesi ise mali koşulları benzer olanların eşit işleme tabi tutulmasını (yatay adalet), farklı mali koşullarda bulunan kişilere ise farklılıkları oranında değişik işlem yapılmasını gerektirir (dikey adalet)[8].

2.3.2 Sosyal Devlet Kavramı ve Vergilendirme Yetkisi

Yukarıda da vurgulandığı gibi Türkiye Cumhuriyeti “sosyal bir hukuk devletidir”. Sosyal devlette sosyal adaletin, sosyal refahın ve sosyal güvenliğin sağlanması amaçlanır. Sosyal devlette gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlikleri gidermek amacıyla vergilendirme yetkisini kullanarak ekonomiye müdahale eder. Örneğin gelir vergisi tarifesinde artan oranlılık kullanılarak yüksek gelire sahip yükümlülerden daha yüksek vergi alınması sağlanır.

Sosyal devlet ilkesi, hukuk devleti ilkesine göre daha belirsiz ölçütlere dayanması ve siyasi tercihlere daha fazla yer vermesi sebebiyle vergilendirme yetkisinin temel hak ve özgürlükler lehine sınırlandırılmasında daha az rol oynamaktadır.

Vergilendirme yetkisi devletin mali kaynak ihtiyacının giderilmesinin ötesinde ekonomik ve sosyal amaçlarla da kullanılmaktadır. Bu çeşit vergilere “yönlendirici vergiler” denilmektedir. Bu vergi yasalarıyla bir kısım vergiyi doğuran olay özendirilmeye ya da caydırılmaya çalışılmaktadır. Bu yapılırken temel hak ve özgürlükler zedelenebilmektedir[9].

Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerden vergilendirmeye karşı duyarlı olanlar aşağıda incelenecektir. Bu temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılabilmesinde kendi özel düzenlemelerin yanı sıra Anayasanın 13. maddesindeki genel sınırlama nedenleri de göz önünde tutulur.

  1. Vergilendirme Yetkisine Karşı Duyarlı Olan Temel Hak ve Özgürlükler

1982 Anayasası’nın Temel Hak ve Özgürlükler başlıklı ikinci kısmında yer alan hak ve özgürlüklerden vergilendirmeye karşı duyarlı olanlar aşağıda incelenmişlerdir.

Madde 18: Zorla Çalıştırma Yasağı

Anayasa’nın 18. maddesi kişilerin zorla çalıştırılmalarını yasaklamaktadır. Aynı madde ile zorla çalıştırma yasağına yasalarla belirli alanlarda istisnalar getirilebileceği düzenlenmiştir[10]. Yasa ile düzenlenmiş olsalar dahi, bu istisnalar keyfi uygulamalara müsait, eşitlik ilkesini[11], kişi özgürlüğünü[12] ve kişi dokunulmazlığını[13] zedeleyici olamazlar.

Anayasa mahkemesi eski bir kararında Köy Kanunu ile öngörülmüş bazı zorla çalıştırma durumlarını eşitlik ilkesi ve zorla çalıştırma yasağı açısından ele almış, bu düzenlemeleri Anayasaya aykırı bulmamıştır[14]. Çalışma fiili çoğu kez ekonomik nitelik taşıdığı için kişinin çalıştırılması bir mali yükümlülük olarak da değerlendirilmelidir. Zorla çalıştırma, kişinin mali alanına tecavüz etmek olduğu gibi, şahsi özgürlüğüne de müdahale etmek anlamına geleceğinden yukarıda sözü edilen Anayasa Mahkemesi kararına katılmak zordur.

Madde 19: Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği

Anayasa’nın 19. maddesi kişi hürriyetinin, idarenin keyfi işlem ve eylemleri ile kısıtlanmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Vergi yasalarında da hürriyeti bağlayıcı cezalar öngörülebileceği düşünüldüğünde, vergilendirme işlemlerine bağlı olarak verilecek mahkeme kararlarıyla da kişi hürriyeti ve güvenliğine tecavüz edilmesi mümkün görülebilecektir[15]. Hürriyeti bağlayıcı cezaların uygulanmasına yol açan bireysel vergilendirme işlemlerine temel olan yasal düzenlemelerde, “vergilendirmede belirlilik ilkesine” uyulması halinde Anayasaya uygun bir sınırlama getirilmiş olur. Böylelikle vergilendirme alanında keyfi uygulamalarla kişi güvenliğine el uzatılmasının önüne geçilebilir.

Madde 20: Özel Hayatın Gizliliği

Anayasa’nın 20.[16] maddesi, özel hayatın ve aile hayatının gizliliğini korumaktadır. Kişinin içinde bulunduğu ekonomik koşulların ve sahip olduğu ekonomik sırların özel hayatın oldukça önemli bir unsurunu oluşturması sebebiyle, kişinin mali durumunun da özel hayatın gizliliği kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Dolayısıyla kişinin mali durumunun gizliliği, özel hayatın gizliliği kapsamında korunmalıdır[17].

Vergi yasaları vergilendirme işlemlerinin gereği olarak, kişilerin özel hayatlarına bir ölçüde girerler. Bu müdahale Anayasa’nın getirdiği sınırlar içerisinde kaldığı sürece kabul edilebilir. Vergi Usul Kanununun 5. ve 362. maddeleri ve 6183 sayılı Amme Alacaklarını Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 107. maddesi ile kişilerin mali durumlarının gizliliğinin korunması için getirilen hükümler, Anayasada öngörülenden daha geniş bir güvence sağlamaktadır. Bu hükümlerle, kural olarak, devlet görevlilerinin vergilendirme yetkisini kullanırken öğrendikleri, yükümlüye ait mali ve diğer özel sırların üçüncü kişilere açıklanması yasaklanmaktadır.

Bu açıdan 6183 sayılı Kanunun 107. maddesine 3944 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen fıkralarla getirilen, vergi borçlularının kamuoyuna açıklanabileceğini öngören düzenleme dikkat çekicidir[18]. Anayasa Mahkemesi bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiştir[19].

Madde 23: Yerleşme ve Seyahat Özgürlüğü

Anayasa’nın 23. maddesi herkesin yerleşme ve seyahat özgürlüğüne sahip olduğunu düzenlemiş ve yerleşme ve seyahat özgürlüğünün hangi durumlarda sınırlanabileceğini göstermiştir[20].

Vergi yasalarıyla ve diğer yasalardaki vergilendirmeye ilişkin hükümlerle yerleşme ve seyahat hürriyeti kapsamında yer alan “yurt dışına çıkma hürriyeti” sıkça sınırlandırılmaktadır. Vergi bir vatandaşlık ödevi kabul edilebileceğinden Anayasa’nın 23/4. maddesi kapsamında vergi borçlularının yurt dışına çıkmasını önleme amacını güden düzenlemeler getirilmesi mümkündür.

Bu kapsamda, 1950 tarih ve 5680 sayılı Pasaport Kanunu’nun 22. maddesine göre yetkili makamlarca vergi borcu olduğu bildirilen kişilere pasaport verilmez; verilmişse geri alınır. Ayrıca sınır kapısı bulunan yerlerin emniyet müdürlüklerine de durum bildirilerek, vergi borçlularının yurt dışına çıkmalarına fiilen engel olunabilmektedir.

Bu açıdan yetkili makamların doğru bilgilendirilmesi, seyahat özgürlüğü açısından büyük önem taşımaktadır. Vergi borcu bulunmayan bir vatandaşın yurt dışına çıkmasına yanlış ve gereksiz engeller çıkartılması, Anayasada güvence altına alınmış olan yerleşme ve seyahat özgürlüğüne tecavüz edilmesini ifade eder ki; yasalarımızda bu husus yeterince korunmamıştır.

Madde 24: Din ve Vicdan Özgürlüğü

Anayasa’nın 24. maddesi “herkesin din, vicdan ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu, kimsenin devletin …ekonomik… düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırmayacağını” düzenlemektedir[21].

Bu açıdan Gelir Vergisi Kanunu’nun 89. maddesi[22] incelemeye değer bir hüküm niteliği taşımaktadır[23]: Maddede vergi mükelleflerinin yıllık beyanname ile bildirecekleri gelirden yapabilecekleri indirimler gösterilmektedir. Söz konusu indirimler arasında, genel bütçeye dahil idarelere, il özel idarelerine, belediyelere veya köylere bağışlanan camilerin inşası veya bunların faaliyetlerini sürdürebilmeleri için yapılan yardımlar da sayılmıştır. Bu hüküm, devletin ekonomik düzeninin kısmen de olsa din kurallarına dayandırılması olarak kabul edilebileceğinden Anayasa’nın 24. maddesine, ayrıca din ayrımı gözetmesinden dolayı Anayasa’nın 10. maddesine aykırı gözükmektedir.

Kurumlar Vergisi Kanunu’nda, beyan edilecek gelirden yapılabilecek indirimleri düzenleyen 14. maddede bu şekilde bir düzenleme yer almazken, Kanuna eklenen geçici 25. madde ile Gelir Vergisi Kanunu’ndakine paralel, Anayasaya aykırı bir düzenleme getirilmiştir.

Madde 35: Mülkiyet ve Miras Hakkı

1982 Anayasası’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı[24], 1961 Anayasası’ndan farklı olarak sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler bölümünde değil de kişi hakları ve ödevleri bölümünde düzenlenmiştir. Bu, 1982 Anayasası’nın mülkiyet ve mirası bir hak olarak, klasik hak ve özgürlükler arasına dahil algıladığını göstermektedir.

Her vergi ya da mali yükümlülük mülkiyete müdahale edilmesini gerektirdiği için, mülkiyet ve miras hakları vergilendirme açısından oldukça hassastırlar. Anayasa Mahkemesi’nin 7/11/1989 tarih ve 6/42 sayılı kararında, kamusal gereksinimleri karşılamak için kişi ve kuruluşların malvarlıklarının bir bölümünün devlete geçirilmesi, bu yolla kamuya aktarılması anlamındaki verginin salınıp toplanması zorunluluğunun açık olduğu, ancak bunun Anayasal sınırlar içinde mümkün olabileceği vurgulanmıştır[25].

Veraset ve intikal vergisi, gelir vergisi, taşıt alım vergisi ve emlak vergisi mülkiyet hakkına sınırlama getiren en önemli vergilerdir. Bu ve benzeri vergilerin oranlarının ölçülü tutulması halinde Anayasanın 35. ve 13. maddeleri kapsamında bir sınırlama getirilmiş olacak, bu vergilerin Anayasaya aykırılığı düşünülmeyecektir.

Madde 41: Ailenin Korunması

Anayasanın 41. maddesi devlete aile birliğinin korunması için gereken önlemleri alma görevini yüklemiştir. Bu kapsamda devletin aile bütünlüğünü bozacak, aile huzur ve refahını zedeleyecek fiillerden kaçınması gerektiği de anlaşılmaktadır.

Vergi yasalarında da aileyi koruma yönelmiş tedbirler yer almalıdır. Oysa Gelir Vergisi Kanunu’nun 93. maddesinde Alman Hukukundan[26] esinlenerek düzenlenen “aile reisi beyanı usulü”, artan oranlı vergi tarifesinin uygulanması sonucu, aile fertlerinin kişisel ve ailenin toplam vergi yükünün artmasına yol açmaktadır. Gelir Vergisi Kanunu’nun 93. maddesi ve buna paralel hükümler içeren diğer maddeleri (21. ve 107. maddeler) Anayasanın ailenin korunmasını öngören 41. maddesine aykırıdırlar[27].

Madde 48-49: Çalışma ve Sözleşme Özgürlüğü ve Çalışma Hakkı ve Ödevi

Anayasa 48. maddesinde çalışma ve sözleşme özgürlüğünü[28], 49. maddesinde de çalışma hakkı ve ödevini[29] düzenlemiştir.

Bu alanda vergi yasaları önemli rol oynar. Vergi yasalarıyla ekonomiyi düzenlemeye yönelik sınırlayıcı veya kolaylaştırıcı önlemler getirilmektedir (vergi muafiyetleri ve istisnalar, vergi indirimleri gibi). Bu önlemler çalışma özgürlüğünü doğrudan etkileyebilmektedir. Bu etkilerin anayasal sınırlar içinde kalıp kalmadığının tespitinde Anayasanın 13. maddesinde yer alan ölçütlerden yararlanılır. Örneğin, bir vergi oranının aşırı yüksek tutulması, bir mesleğin ya da çalışmanın sürdürülmesini ekonomik olarak imkansız hale getiriyorsa, öngörülen amaç dışında bir sınırlama vardır ve çalışma özgürlüğüne Anayasaya aykırı olarak müdahale edilmiştir.

Nitekim Gelir Vergisi Kanunu’na 3/12/1988 tarih ve 3505 sayılı Kanun ile eklenen geçici 32. maddede düzenlenen “hayat standardı esaslı” çalışma özgürlüğüne ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı bulunarak iptal edilmiştir[30]. Aynı şekilde, Gelir Vergisi Kanunu’nun “gider kabul edilmeyen ödemeler” başlığını taşıyan 41. maddesinin 2. bendi, işletmede fiilen çalışsalar dahi, işletme sahibinin eşine ve çocuklarına çalışmaları karşılığında ödenen ücretlerin gider olarak indirilmesini engellemektedir. Bu hüküm de Anayasanın çalışma ve sözleşme özgürlüğü ile çalışma hakkı ve ödevini düzenleyen 48/1 ve 49/1, 2. maddelerine ve ayrıca ailenin korunmasına ilişkin Anayasanın 41. maddesine aykırı gözükmektedir.

Madde 55: Ücrette Adaletin Sağlanması

Anayasanın 55. maddesi ücreti, emeğin karşılığı olarak tanımlamış, devleti, çalışanların emeklerinin karşılığı olarak adaletli bir ücret elde etmelerini sağlamakla görevlendirmiştir. 55. madde, bireyin ekonomik gelişimini adaletli bir şekilde sağlamayı amaçladığından, ücret ile diğer gelir gruplarının vergilendirilmeleri arasında adaletin sağlanması da bu madde kapsamında ele alınmalıdır.

Ücretler ile diğer gelir grupları arasındaki temel farklar şu şekilde özetlenebilir: Gelir Vergisi kapsamındaki vergi yükü en ağır olan kesim ücretlilerdir. Devlet Planlama Teşkilatı’nın 1990 yılı verilerine göre ücretlilerin milli gelir içindeki payı %15 dolaylarındadır ve vergi yükü ise toplam gelir vergisinin 2/3’ünü oluşturmaktadır[31]. Ücretlerde gelir vergisi kaynakta, yani ücret daha çalışanın eline geçmeden kesilmekte iken diğer gelir grupları yıllık beyanname ile vergilendirilirler; vergi elde edildiği yıl değil, bir sonraki yıl içinde – üç taksitte – ödenir. Ayrıca, ücretlilerin vergi kaçırması pek mümkün değildir.

Ücret ile diğer gelir gruplarının arasındaki adaletsizlikleri azaltmak amacıyla Gelir Vergisi Kanunu’nun 31. maddesiyle ücretlilere mahsus olmak üzere “özel indirim” ve “sakatlık indirimi” öngörülmüştür. Diğer taraftan, diğer gelir gruplarının – beyan usulünün niteliği gereği – vergilerinin gelirin elde edilmesinden bir yıl sonra ödenmesinin, ücretliler aleyhine neden olduğu ayrımın önüne geçmek (ayrıca vergi kaçırmasını önlemek ve enflasyon sebebiyle Türk Lirası’nın değeri azalmadan vergiyi tahsil etmek) için Gelir Vergisi Kanunu’nun mükerrer 120. maddesi ile “Geçici Vergi” (peşin ödeme) usulü öngörülmüştür[32].

Tüm bunlara rağmen Gelir Vergisi Kanunu, ücretlerin vergilendirilmesi açısından adaletsiz bir yapı sergilemektedir. Ücretler oldukça yüksek oranlarla vergilendirilmektedir (GVK 94. ve 103. maddeler). Buna, katma değer vergisi ve ülkemizdeki enflasyonist ortam da eklenince Türk vergi mevzuatının Anayasanın ücrette adaletin sağlanmasını öngören amir hükümleriyle çatıştığı görülmektedir[33].

Madde 57: Konut Hakkı

Anayasanın 57. maddesi devlete, kişilerin konut ihtiyacını karşılayacak önlemleri alma görevini yüklemiştir. Bu amaçla kanun koyucu vergilendirme yetkisini kullanırken indirimler, istisnalar, muafiyetler öngörmek suretiyle kişilerin konut edinmesini kolaylaştıracaktır.

Vergi sistemimiz kişilerin konut ihtiyacının giderilmesi açısından Anayasanın öngördüğü şekilde hükümler içermektedir. Buna örnek olarak Gelir Vergisi Kanunu’nun 21. maddesi gösterilebilir. Bu maddeye göre binaların konut olarak kiraya verilmesi halinde elde edilen hasılatın belli bir kısmı vergiden istisna edilebilmektedir[34].

Emlak Vergisi Kanunu’nda da kişilerin konut ihtiyacının karşılanması amacıyla pek çok kolaylık öngörülmüştür. Örneğin, Emlak Vergisi Kanunu’nun 8. maddesinde konut olarak kullanılan binalar için vergi oranı daha düşük olarak belirlenmiştir (binde dört). Mükerrer 8. madde ile de Bakanlar Kurulu’na belli koşullar dahilinde bu oranı daha da indirme yetkisi tanınmıştır[35]. Ayrıca 2982 sayılı Kanun ile kalkınmada öncelikli yörelerde konut inşaatına tahsis edilen arazi ve arsalar vergiden muaf tutulmaktadırlar.

Sonuç

Bu çalışma, kamu hukuku bütünü içinde yer alan vergi hukuku ile anayasa hukukunun inceledikleri konulardan ikisinin, vergilendirme yetkisi ile temel hak ve özgürlüklerin ilişkisini incelemeye çalıştık.

Vergilendirme yetkisi, temelini devlet egemenliğinde bulan ve tarihsel gelişim içinde demokratikleşme oranında sınırları çizilen bir yetki olarak karşımıza çıkmıştır.

Anayasamızda ifadesini bulan temel hak ve özgürlüklerin pek çoğu vergilendirmeye karşı duyarlıdır. Bu hak ve özgürlüklerin incelenmesi göstermiştir ki, negatif statü hakları diyebileceğimiz “kişi güvenliği”, “din ve vicdan özgürlüğü”, “özel hayatın gizliliği” gibi hak ve özgürlüklere vergi yasalarıyla da – vergilendirme yetkisinin anayasal sınırları dışında kullanılması sonucu – müdahale edilebilmektedir ve halen yürürlükte bulunan vergi yasalarında da, bu yönüyle, Anayasaya aykırı olduğunu düşündüğümüz hükümler yer almaktadır.

Pozitif statü hakları olarak ifade edebileceğimiz “ailenin korunması”, “çalışma ve sözleşme özgürlüğü”, “ücrette adaletin sağlanması” gibi hak ve özgürlüklerin gerçekleşmesi açısından da devletin, vergilendirme yetkisinden yeterince yararlanamadığı görüşüne varılmıştır.

Çalışmada vurgulanmamakla birlikte, Anayasa Mahkemesi’nin, akçalı konularda denetim yaparken, kişi özgürlükleri karşısında biraz daha devlet yanlısı bir yaklaşım sergilediği düşüncesindeyiz. Anayasaya aykırı olduğu görüğünde olduğumuz vergi yasalarının bazı hükümleri, bu yaklaşıma bağlı olarak iptal edilmemiş olabilirler. Anayasa Mahkemesi’nin, devletin vergilendirme yetkisini kullanırken, temel hak ve özgürlüklere yaptığı müdahaleleri incelerken, devletin vergilendirme yetkisini sınırlayıcı bir yaklaşım sergilemesiyle vergi sistemimizin Anayasa’da düzenlenen hürriyetlerle daha uyumlu bir şekil alacağı kanısındayız.

Kaynaklar

1- Çağan Nami, Vergilendirme Yetkisi, İstanbul 1982

2- Güneş Gülsen, Verginin Yasallığı İlkesi, Doktora Tezi, İstanbul 1992

3- Kumrulu Ahmet, Vergi Hukukunun Bir Kısım Anayasal Temelleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 36’dan ayrı bası, Ankara 1981

4- Öncel Mualla, Enflasyon ve Vergilendirme, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 44’den ayrı bası, Ankara 1995

5- Öncel Mualla – Kumrulu Ahmet – Çağan Nami, Vergi Hukuku, Ankara 1995

6- Özman Aydoğan, İnsan Hakları ile İlgili Temel Metinler, Ankara 1967

7- Soysal Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1986

8- Tanör Bülent, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul 1992

Dipnotlar

[1] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Nami Çağan, Vergilendirme Yetkisi, İstanbul 1982, sayfa 13 vd.

[2] İngiltere’de kralın mutlak iktidarını sınırlayan ilk anayasal belge olduğu kabul edilen Magna Carta Libertatum’da, kralın vergilendirme yetkisini sınırlayan hükümler yer almakta idi (md. 12, 14, 15). Bakınız: Aydoğan Özman, İnsan Hakları ile İlgili Temel Metinler, Ankara 1967, sayfa 4, 5

[3] Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın en önemli nedenlerinden biri İngiltere’nin Amerika’daki sömürgelerinin vergilendirme yetkisine müdahale etmesi olmuştur. Bu müdahale ile bozulan ilişkiler, Amerika’nın bağımsızlığını ilan etmesi ile sonuçlanmıştır.

[4] Zekat, öşür, haraç ve cizye

[5] 1808 Sened-i İttifak (md. 3, 7), 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ve 1856 Islahat Fermanı ile padişahın vergilendirme yetkisi sınırlandırılmış, yükümlülerin ödeme gücüne göre vergi konulması öngörülmüş ve önceden kanunla tespit edilenler dışında keyfi vergilerin konulması yasaklanmıştır. Bakınız: Bülent Tanör, Osmanlı – Türk Anayasal Gelişmeleri, İstanbul 1992, sayfa 32, 67, 72

[6] Ayrıntılı bilgi için bakınız: Mualla Öncel – Ahmet Kumrulu – Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara 1995, sayfa 39 vd., Ahmet Kumrulu, Vergi Hukukunun Bir Kısım Anayasal Temelleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 36’dan ayrı bası, Ankara 1981, sayfa 152

[7] Bakınız: Mümtaz Soysal, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1986, sayfa 243

[8] Yatay adalet, hukuk devleti kavramının yasa önünde eşitlik ilkesiyle, dikey adalet kavramı ise sosyal devlet kavramı ile ilişkilidir.

[9] Anayasa madde 13: “Temel hak ve hürriyetler, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, Cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak sınırlanabilir.

Temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamalar demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamaz ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamaz.

Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerlidir.”

[10] Anayasa madde 18: “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.

Şekil ve şartları kanunda düzenlenmek üzere hükümlülük veya tutukluluk süreleri içindeki çalıştırmalar; olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler; ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz.”

[11] Anayasa madde 10

[12] Anayasa madde 19

[13] Anayasa madde 17

[14] Anayasa Mahkemesi, 5/1/1965, 198/1, AMKD, tarih 1971, sayı 3, sayfa 8

[15] Örneğin, Vergi Usul Kanunu’nun 358 – 363. maddelerinde, vergi yasalarına aykırı kimi fiiller için hürriyeti bağlayıcı cezalar öngörülmüştür.

[16] Anayasa madde 20: “Herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Adli soruşturma ve kovuşturmanın gerektirdiği istisnalar saklıdır.

Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz.”

[17] Anayasa Mahkemesi, 26-27/9/1967, 336/29, AMKD, tarih 1975, sayı 28

[18] 6183 sayılı Kanun’a 3946 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen fıkralar: “Ödeme müddetinin bitim tarihinden itibaren altı ay geçmesine rağmen, Gelir Vergisi, Kurumlar Vergisi, Katma Değer Vergisi ve bunların fer’ileri ve cezaları ile bu vergiler dışında kalan ve vergi, resim, harç niteliğinde olmayan diğer amme alacaklarını ödemeyen amme borçlularının ad ve unvanları ile borç miktarları, yılda en çok bir defa Maliye Bakanlığınca topluca ilan edilebilir.

Bu ilan sırrın ifa ve Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre vergi mahremiyetinin ihlali sayılmaz.

Maliye Bakanlığı, ilan edilecek amme alacaklarının nev’ileri ve asgari miktarı itibariyle sınırlamaya, ilanının şeklini, yapılacağı yer ve zaman ile diğer usul ve esasları tespit etmeye yetkilidir.”

[19] Anayasa Mahkemesi, 19/3/1987, 5/7, RG. 12/11/1987, sayı 19632, sayfa 31-32

[20] Anayasa madde 23: “Herkes yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

Vatandaşların yurt dışına çıkma hürriyeti, ülkenin ekonomik durumu, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir.

Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.”

[21] Anayasa madde 24/5: “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”

[22] 3329 sayılı Kanun’un 63. maddesi ile değişik şekli

[23] Kurumlar Vergisi Kanunu’nun geçici 25. maddesinde de aynı yönde bir düzenleme yer almaktadır.

[24] Anayasa madde 35: “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

[25] Anayasa Mahkemesi, 7/11/1989, 6/42, RG. 6/4/1990, sayı 20484, sayfa 30

[26] Federal Alman Anayasa Mahkemesi, Gelir Vergisi Kanunları’nda yer alan ‘aile reisi beyanı’ usulünü Alman Anayasası’nın eşitlik ve ailenin korunması ilkelerine aykırı bularak iptal etmiştir. Bakınız: Nami Çağan, Vergilendirme Yetkisi, İstanbul 1982, sayfa 157

[27] Söz konusu maddeler Anayasa Mahkemesi’nin önüne getirilememiştir, çünkü 1961 Anayasası’nın geçici 4. maddesine göre 27/5/1960 – 6/1/1961 arası dönemde çıkarılan yasalar hakkında Anayasaya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açılamayacağı gibi, itiraz yoluyla dahi mahkemelerde Anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamıyordu. Bu konu, 1982 Anayasası döneminde de Anayasa Mahkemesi gündemine gelememiştir. Oysa Gelir Vergisi Kanununun 93. maddesi başta Anayasa md. 41 ‘ailenin korunması’ olmak üzere, md. 10 ‘kanun önünde eşitlik’, md. 48 ‘çalışma ve sözleşme özgürlüğü’ ve md. 73. ‘mali güce göre vergilendirme ve vergi adaleti’ ilkelerine aykırı gözükmektedir.

[28] Anayasa madde 48: “Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.

Devlet, özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayıcı tedbirleri alır.”

[29] Anayasa madde 49: “Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.

Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.

Devlet, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanmasını kolaylaştırıcı ve koruyucu tedbirleri alır.”

[30] Anayasa Mahkemesi, 7/11/1988, RG. 6/4/1990, sayı 20484, sayfa 32-33

[31] Bakınız: Gülsen Güneş, Verginin Yasallığı İlkesi, Doktora Tezi, İstanbul 1992, sayfa 95

[32] Geçici Vergi (peşin vergi ya da peşin ödeme), yükümlülerin bir sonraki yıl tarh ve tahsil edilecek vergilerden mahsup edilmek üzere, içinde bulundukları yıl içinde belirli yöntemlere göre tespit edilen ve önceden yapılan ödemeyi ifade eder. Bakınız: Mualla Öncel – Ahmet Kumrulu – Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara 1995, sayfa 133, 345

[33] Bakınız: Mualla Öncel, Enflasyon ve Vergilendirme, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 44’den ayrı bası, Ankara 1995, sayfa 492 vd.

[34] Bakınız: Mualla Öncel – Ahmet Kumrulu – Nami Çağan, Vergi Hukuku, Ankara 1995, sayfa 322

[35] Halen bu oran binde iki olarak uygulanmaktadır.

Bu makale 1998 yılında yüksek lisans ödevi olarak hazırlanmıştır.